SON DAKİKA
Türkiye’nin son 10 yılda savunma sanayiinde attığı adımlar, artık doğrudan denizlerde görünür hale geliyor. Mavi Vatan’da yeni gemilerin hizmete girmesi, yerli mühimmat testleri ve özellikle hareket halindeki gemilere iniş-kalkış yapabilen insansız hava araçlarının görüntüleri, deniz havacılık kabiliyetlerinde tarihsel bir eşik aşıldığını gösteriyor. Uzmanlar bu süreci, “Cumhuriyet tarihinin deniz havacılığında en büyük dönüşümü” olarak tanımlıyor ve bu yeni safhayı açıkça “altın çağ” olarak adlandırıyor.
Savunma Sanayii Uzmanı Yusuf Akbaba, Türkiye’de deniz havacılık kültürünün yeni oluşmadığını, Deniz Kuvvetleri’nin uzun yıllardır karadaki üslerinden kalkan insanlı helikopter ve uçakları deniz görevlerinde kullandığını hatırlatıyor. Ancak bugün gelinen noktada fark yaratan unsur, denizin üzerindeki bir platformdan insansız hava araçlarının otonom olarak kalkıp inebilmesi. Akbaba’nın ifadesiyle, dünyada birçok donanma insanlı helikopter ve uçaklardan insansız sistemlere geçmeye çalışırken, Türkiye “tersinden” bir yol izleyerek doğrudan İHA’ları gemilere entegre etti. Bu yüzden süreci “Türk işi bir başlangıç” olarak niteliyor.
Bu sürecin sembol adımı, Bayraktar TB-3’ün TCG Anadolu’ya yaptığı iniş-kalkış testleri oldu. Türkiye, bu testlerle yalnızca teknik bir gösteri yapmadı; aynı zamanda “deniz konuşlu İHA” ligine girerek, dünyada az sayıda ülkenin sahip olduğu bir kabiliyete erişti. Akbaba’ya göre esas kırılma, KIZILELMA’nın TCG Anadolu’dan kalkıp görev yapmasıyla yaşanacak. Hava-hava görevleri icra edebilecek, yüksek faydalı yük taşıyabilecek, deniz üzerinde uzun süre kalabilecek bir platformu gemiden kaldırabilmek; keşif-gözetleme, denizaltı savunma harbi, deniz hedeflerine taarruz ve dost unsurlara hava desteği gibi çok geniş bir görev setini mümkün kılacak. İlerleyen dönemde planlanan Türk Uçak Gemisi projeleri ve gemiden kalkabilecek HÜRJET, ANKA-3 benzeri platformlar da bu mimariyi destekleyecek.
Akbaba, TB-3’ün yalnızca “gemiden inip kalkan” bir sistem olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor. Yeterli sayıda İHA ile görev grupları oluşturulabileceğini; bir grubun denizaltı savunmaya, bir grubun keşif/istihbarata, bir grubun gemilere yönelik tehdidin imhasına, başka bir grubun ise suüstü hedeflere taarruza ayrılabileceğini vurguluyor. Böylece Türkiye, karadaki bir hava üssüne veya başka bir ülkenin havaalanına ihtiyaç duymadan, yalnızca deniz platformlarından kalkan hava unsurlarıyla geniş bir yarıçapta operasyon yapabilecek. Bu da Ankara’ya yalnızca askerî değil, diplomatik ve politik manevra alanı da kazandıracak.
Son tabloya bakıldığında; TCG Anadolu’nun aktif kullanımı, TB-3’ün deniz testleri, KIZILELMA’nın platforma entegrasyon hazırlıkları, ANKA-3’ün gemi konuşlu senaryolara uyarlanma ihtimali ve ufukta görünen Türk Uçak Gemisi projesi bir araya geldiğinde; Türkiye’nin deniz havacılık alanında sürekli hava varlığı sağlayabilen, düşük maliyetli, yüksek etkili ve yerli-milli bir model kurduğu görülüyor. Uzmanların “altın çağ” ifadesi işte tam da bu bütüncül resimden doğuyor.
Yorum Paylaş
Yorumlar
Henüz yorum bulunmamaktadır.
İlgili Haberler
Karadeniz’de Yeni Dönem: Türkiye’den Romanya’ya Tarihi MİLGEM İhracatı
Bayraktar TB3 ve Albatros-S’ten Mavi Vatan’da Tarihi Müşterek Operasyon Başarısı
Türk savunma sanayisinin minyatür elektronik harp çözümleri ilk kez yurt dışında sahne aldı
Türkiye’nin Milli Hava Gücü Afrika’da Yükselişini Sürdürüyor: TUSAŞ’tan 7 Ülkeye 14 Sözleşme
KIZILELMA ve Skydagger: Türkiye’nin Havacılık Doktrinini Değiştiren Tarihi Testler
Bayraktar KIZILELMA, Dünyada İlk Kez Görüş Ötesi Hava-Hava Atışıyla Jet Hedef Vurdu
Roketsan’dan Milli Savunmada Büyük Sıçrama: TAYFUN, ALKA ve AKATA ile Yeni Dönem Başladı
Türkiye’nin Ramjet devrimi: Yerli motor testiyle dünyada sayılı ülkeler arasına giriş