SON DAKİKA
Türkiye’nin 1952’de NATO’ya katılması, soğuk savaş koşullarında ülkenin güvenliğini sağlama arayışı ve Batı ile entegrasyon hedeflerinin bir sonucu olarak gerçekleşti. Bu üyelik, Türkiye’yi sadece coğrafi olarak değil, askeri ve diplomatik anlamda da ittifakın kritik köşe taşlarından biri hâline getirdi. NATO’nun “kolektif savunma” maddesi, Türkiye’ye bir güvenlik teminatı sunarken ülkenin dış politikada daha aktif ve etkili olmasının da yolunu açtı. Zaman içinde değişen uluslararası güvenlik ortamı, NATO’nun genişlemesine yol verdi — yeni üyeler eklendi, ittifakın coğrafi kapsama alanı genişledi. Türkiye, bu genişlemeden hem avantaj hem de karmaşık yükümlülüklerle etkilendi.
Ancak genişleme, Türkiye için sadece ittifakın bir parçası olmanın ötesinde stratejik fırsatlar ve zorluklar getirdi. Örneğin, Balkanlar, Karadeniz ve Orta Asya coğrafyasında Türkiye’nin tarihi, kültürel ve jeopolitik etkisi dikkate alındığında, NATO’nun bu bölgelere yönelimi Ankara’nın bölgesel çıkarlarıyla doğrudan örtüştü. Aynı zamanda, ittifakın artan üye sayısı ve yeni güvenlik görevleri, Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikalarının yeniden şekillenmesini gerektirdi. Son yıllarda NATO’nun savunma ve kriz yönetimi görevleri, terörle mücadele, bölgesel istikrar ve uluslararası diplomasi gibi konulara kayarken, Türkiye’nin dış politika dengesi — örneğin Rusya ile ilişkiler — karmaşık bir hal aldı. Bu yüzden Türkiye, bir yandan NATO içindeki sorumluluklarını sürdürürken diğer yandan bölgesel ve küresel çıkarlarını gözeten dengeli — ama bazen zorlu — bir strateji izlemek durumunda kaldı.